Delegeye Mektup

 3 Eylül 2023

 Arkadaşlarım:

 İyisiyle, daha az iyisiyle, bir kongreyi daha geride bıraktık.

İyisi; umut vardı, gençlik vardı, eğitimli ve coşkulu delegerimiz vardı. Konuşmalar çoğunlukla doyurucuydu. Daha az iyisi, Kongre’de örgüt yoktu… Bu gelişmeyi, “örgütün umudu örseleniyor”, diye yorumlamak korkarım, yerinde olur… Asıl, Türkiye’nin, özellikle son on yıldır, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) zemininde, içimizde buluverdiğimiz milyonlarca sığınmacının yarattığı sorun ve Kongre’de değindiğim öteki sorunlar saklı olarak, gördüğüm, biz kırk yıldır, emekliyoruz, kırılganlıklarımızı gideremiyoruz. Örgüt, kendi içinde birbirini, tırmalıyor, yaralıyor… Çok uzağa gidemiyoruz… Listeler, örgütü, “bilmeden” diyeceğim, yırtıyor. İlçe Başkanı son seçimde, delegasyonun yarısından hayli aşağıda bir oyla seçildi. Bu olgu; “örgütün çoğunluğunu, arkasında, küskün bırakıyor”, demek oluyor. 30 Ağustos Kutlamaları’na; Seçilen Aday ve Diğer İki Aday yanı sıra, Evvelki İlçe Başkanı’nın katılması, elbette hoş bir resim bahşediyor… Ancak işte, örgütün “Kongre sonucu yarılması rahatsızlığına”, merhem olmuyor…

Eskilerde; listelerde, Karadenizlilier ile Doğular ayrışırdı… Git gide, “Önden Gelen Doğulular” ile, “Arkadan Gelen Doğulular” da ayrışmaya başlamıştı… Bu olgunun yalnız bize mahsus olmadığını, partimizin içinde, örneğin Diyarbakır’da dahi, “Diyarbakır Merkez” ile “Diyarbakır çeperin” ayrıştığını tesbit etmiş, ilgililere duyurmanın yanı sıra, basında, çok kere yazmıştım. Gözlemimi doğrulayan haritalar çizmiştim, yayınlamıştım… Örneğin E-5 Karayolu Tuzla’dan Kadıköy’e doğru, sanki bizim örgütlerimizin içinden geçiyor gibi, uzanıyordu… Karayolu’nun, tepelerin tarafında olarak, kente tutunmaya çalışan üyelerimiz, yani benim deyişimle “göçer dinamikler”, Genel Başkan Rahmetli Erdal İnönü’nün yanında yer alıyordu… Sahil tarafında “yerleşikleşmiş bulunan üyelerimiz” ise, yani “yerleşik dinamikler”, isminin çağrıştırdığı gibi, Genel Sekreter Rahmetli Deniz Baykal’ın yanında yer alıyordu. Örgüt iflah etmez biçimde ayrışıyordu… 1993 Kurultayımız’da, Kürsü’den dikkate getirdiğim tezdi, bu… Fevkalade önemliydi, çünkü Türkiye’nin Doğusu ile Batısı, Kuzeyi ile Güney Doğusu, bizim içimizden başlayarak çatışıyordu… Anlattığım resim bize özgü olmanın ötesinde, ülkemizde siyasî partilerin ayrışma anatomisini, ayrıca beraberinde getiriyordu.

Son Kongremiz’de “Listeler nasıl ayrıştı, acaba?”, diye inceleyince, anlattığım türden bir yarılmanın, esasen epeydir izlediğimiz üzere, bizde belirleyici olmadığını gördüm ve sevindim. Bir süredir, hiç yok değil, ancak belirgin olmaktan çıktı… Birçok yerde hala daha böyle ama, Üsküdar’da artık değil… Örneğin işte, Türkiye’deki laik – antilaik çatışması, ülkemizin biteviye dışarıdan kaşınması keyfiyeti saklı olarak, yine, işaret ettiğim kaynaktan (yani önden gelenlerle arkadan gelenlerin ve sınıfsal olmayan, ayrışmasından), kök alır. Sosyal bilimcilerimiz tek bir Kongre izlemedikleri, kötüsü “tercüme yazınla” yazıp çizdikleri için, bizi bize anlatamazlar… O kadar böyle ki, Marksist teorinin, yani sınıfsal ayrışmanın, bizi bize anlatmada, tam da özetlediğim sebepler ışığında, yetersiz kaldığının farkında değillerdir.

Kongremiz’de; yalnız; genel merkez yönetiminin etrafında kümelenen kimi delegelerimizin, bu yönetim doğrultusunda; İlçe Kongremiz’de (26 Ağustos), ondan önce, İlçe Merkezimiz’de (17 Ağustos), ifade ettiğim çerçevede; açıkça telaffuz edilmese de, ülkemizin yapısının; ayrıca iktidar odaklarıyla beraber, demek ki dış mıknatıslamaların hedef aldığı yönde gündem kılınan, “1921 Anayasası terkibinin”, arkasında durarak; dönüştürülmesi yanlısı olduklarını, sezinliyorum…

1921 Anayasası terkibi; Y-CHP Yönetimi’ne dönük olarak ifade ettiğim şekliyle, bilinçli bilinçiz “Cumhuriyet’e ihanettir”… Onun peşinden gidenler için, anlamaya çalışarak ifade edeceğim, “Cumhuriyet’i katiyen anlamamaktır”.

Yıllar içinde Ankara Hükûmetleri’nin bin tane vebali vardır… Eyvallah… Bunu şimdi söylüyor değilim. Otuz yıl önce 1993 Kurultayımız’da söyledim ve Kürsü’den, Partimiz’in hatta Cumhuriyet tarihinde ilk defa, karınca kararınca yaralarımızı sarmalamak, gönüllere dokunmak adına, Doğulu ve Güney Doğulu delegelerimize, ana dillerinden hitap ettim… Kurultay çınladı… “Üniter bir devlet yapısı içinde, ‘otonomi’ yani ‘yerinden yönetime’, ağırlık kazandırılmasını”, aynı konuşmamda savunmuşum… Dönüp 1993 Kurultay konuşma metnime bakınca, onur duydum… Ama, o uğurda, 1921 anaysası çerçevesine dönme fikri, aklıma gelmezdi, kimsenin aklına gelmezdi. Y-CHP Yönetimi’nin de aklına gelmiş olabileceğini sanmıyorum…

Nereden biliyorum?

Şuradan:

  • Bu fikri, İktidar ve Y-CHP Yönetimi eşzamanlı olarak telaffuz etti… Oradan biliyorum… Demek ki, aynı odaktan dizginleniyorlar…

Birileri bizi hançerlemek istiyor. Bizse buna çanak tutuyoruz… Bakın bir defa, Doğumuz’da, Güney Doğumuz’da, Türkçemiz dışında, tek bir dil konuşulmaz. Kırmançi / Kürtçe, ayrıdır (ki çat pat ve zevkle, öğrenmeye çalıştım ve 1993 Kurultayımız’da, dediğim gibi, konuştım)… Elazığ, Erzincan, Tunceli, Bingöl, Dicle, Çermik / Diyarbakır, Gerger / Adıyaman ve Hilvan, Siverek / Şanlı Urfa ağırlıklı olarak konuşulan Zazaki (Zazalarımız’ın konuştuğu dil, ki, onu da öğrenmeye çalıştım), ayrıdır… Zazalar birinci gruba  yedirilmeyi reddederler, buna baş kaldırırlar… Olsun, hepsi birbirinden ayrı zenginliklerimizdir. O kadar ki, Kuzey Irak’ta Barzani Kırmançi konuşur. Talabani Soranî (Zazaki’nin bir kolu), bunu konuşurdu ve bu ikisi ana dillerinde konuşamazlar, birbirlerini anlamazlardı. Ama sanki aynı dili konusuyorlarmışmış gibi, emperyaller tarafından birbirlerine sokulmaya zorlandılar… Yoksa Barzani ve Talabani Aileleri birbirlerine, “düşman” değilse, çok mesafelidirler… Ya hu, TRT Kürdî dahi Zazaki ve Kırmançi dillerinden, farklı farklı, sessiz sedasız yayın yapmaya başladı, ki, ne iyi… TRT Şeş de öyle… Ancak kimse bunun farkında değil. Çünkü böyle anlatılması kasıtlı olarak istenmiyor… Yakındır, Zazalarımız ve Kürtlerimiz birbirlerine karşı kışkırtılacaklardır.

 

Dilim döndüğünce, davet edildiğim, her yerde, anlatıyorum…Bölgemizde enerji / petrol ve doğal gaz adına yapılan kıyımı, katliamları anlamadan, hiç bir yere varamayız.

 

Bakın, Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı ve Genelkurmayı), bizim, TBMM’den 2003’te Irak tezkeresinin geçmemiş olması yönündeki altın başarımız saklı olarak ifade ediyorum, Irak’a 2003’te, Kuveyt’ten, 250 bin kişilik bir orduyla girdi…

Irak halledildi. Burnunuzun dibine kadar ve bu cesamette giren bir ordunun, arkasında bulunan o yapının (Pentagon’un), bizim için bir “güzellik” kurgulamaması düşünülemez. Öyle de oldu. Yalnız iktidar için değil, muhalefet için de bir güzellik kurgulamaması düşünülemez… Öyle yapmıyorsa, o genelkurmay, iyi bir genelkurmay değil, demektir…

 

Torba’dan; 1921 anayasası fikri, işte böyle çıkmış olmalıdır…

 

Bunun yanında durmak demek, emperyalizmin (devlet olarak örgütlenmiş ve her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşıyan savaş makinasının), yanında durmak, demektir. “Biz, can parçalarımıza ayrılacağız!”, demektir… Gitgide içine gömüldüğümüz, şekilden ibaret, sünnokratik bir taassupla mezhep savaşlarının göbeğine icbar edilirlen, ister Alevî Şam, ister Şii İran vurulurken, söz konusu menfur hesaplara ucuz asker olacağız, demektir.

 

Kongre öncesinde de, Kongre’de de, dilim döndüğünce ve vakit elverdiğince, bu süreci anlatmaya çalıştım… Yoksa çok mu bir derdim – öyle sanmış olabilenlerimiz için işaret ediyorum – genel başkan olmak! Haa, tarafıma yöneltilecek güven, emanet edilecek partinin “namus sancağı”, bu çerçevede, en önce eşit koşullarda yarışabiliyor olmak, daha da doğrusu yarışmaktan ala konmamak, elbette bâsımın tacı olurdu… Hâlâ öyle…

 

Ne diyorsam, bilerek ve kalbimle söylüyorum… Bunu aranızda hissetmeyen yoktur, dilerim… “Dedikerimin doğruluğu”, öte yandan, çizikle, tepkiyle, hiddetle, oyla, tartılmaz!..

 

Örgütün şunca yıldır, üst düzeyde teveccühüne mazhar olmuş bir arkadaşınız olarak, şunu ifade etmek isterim ki, kim beni listesine aldı, kim almadı, gece sabaha karşı 02.00’de, oy kullanmaya gidinceye kadar bilmiyordum. Sormadım, sormayı zul saydım… Listelerin hiç birinde olmadığımı, o saatte, üzülerek, gördüm.

 

O noktada “başka dümelerin” döndüğünü anlıyorum 😊) … Meğer bir ara, Mavi Liste’de varmışım, bin teşekkür, ancak sonrasında Mavi ve Kırmızı listeler birleştirilmiş ve Tolga Yarman, makas yemiş 😊) … Bu kadarına, dünya “bilim olimpiyat şampiyonlarını” kıskandıran “teknik aklım” dahi, yetmiyor 😊) … Öyle…

 

2010 öncesiydi; belli ki, yukarıdan aldığı talimatla adımı listeye yazmayan İlçe Başkanımız’a; herkesin ortasında, “Seni, bu davranışından dolayı kınıyorum”, diye haykırmıştım…

 

İlk bakışta, mantıklı sayılabilecek bir yanıt verdi, bana:

 

  • Öteki arkadaşlarımız, sizden daha az değerli değil, Hocam!..

 

Elbette öyleydi, ancak durum hiç onun dediğine benzemiyordu. Onun için cevabım gecikmedi:

 

  • Ama listede olmamamın sebebi bu değil, Başkan!.. Öyle değil mi?, dedim…

 

**

 

Listeleri hazırlayan değerli arkadaşlarımız bir defa, her listede olabilecek en az iki örgüt üyesinde anlaşamıyorlarsa, listeler, peşin peşin yırtılıyor…

 

Ben olmayayım, ama iki kişiyi işaret edin ve listelere koyun!.. Rakiplerinizi bir defa, asgari nezaket gereği, koyun listelere…

 

Şahsen durumum, daha nazik ve çok yaralayıcı…

 

Halen en kıdemli birkaç örgüt üyesinden biriyim… Şu kadar zamandır, çizgisinde şükür, tek bir kırığı olmayan, donanımları ortada olan, bir omuzdaşınızım… Örgütlerde ikinci bir Prof. T. Yarman yok, değil mi? Kimin hangi derdi, önüme gelmişse, karınca kararınca eğilip, başarana kadar yardımcı olmaya calıştığımı, bilmeyeniniz olmayacaktır!..

 

Pekiyi, bu arkadaşınızı listenize almak zorunda mısınız?

 

Yoo!.. Ama o zaman, bir arayıp, durumu anlatın… Gönlünü alın, O’nun…

 

Sorun o dahi değil… Çünkü, allaşkına, hangi liste mimarı, hele ortadaki, kimbilir hangi iptidaî vaatle tetiklenen,  “fesat” diyeceğim artık, ortaya döküldükten sonra, “Genel merkezin ya da başkaca bir güç odağının baskısı altında olmadan ve tamamen kendi inisiyatifiyle, Tolga Hocamız’ı, liste dışında bıraktık”, diyebilir!..

 

Bir Sevgili Aday Kardeşim Kürsü’den, Sevgili Milletvekili Kardeşimiz’i eleştiriyor:

 

  • Elin, neden üçümüzün birden sırtında değil de, yalnızca, birimizin sırtında, diye, haklı telakki ettiğim bir serzenişte bulunuyor.

 

Ama bakıyorum, “dışarıya yansıyan işaret alanında”, genel merkez rozetleri, göz ısırıyor…

 

Sevgili Milletvekili Kardeşimiz, daha önceleri (elbette anlıyorum, şu ki, işte) karşısında tek kelime etmediği halde,  şimdi “tatlı tatlı” genel başkanı eleştirirken, “yenileşmeden” yana olduğunu, dikkate sunuyor… İyi tabii, ama, yine sanırım Partimiz’in tarihinde bir ilk olarak İlçemiz’de, sessiz sedasız (Basın’ı çağırma debdebesinden bilhassa uzak durarak), yana yakıla ortaya koyduğu tablo çerçevesinde, genel başkanlığa aday olduğunu açıklayan ve tarafına duyduğu, sevgiden, saygıdan kuşku duymadığım Tolga Hocası’nı, O da, kesiyor 😊) …

 

Nasıl şey bu böyle!..

 

Hani liyakat diyorduk, Sevgili Arkadaşlarım? Hani emek en yüce değerdi?

 

Listelerdeki, giderek seçilen arkadaşlarımız, herhangi birimizden daha az mı değerli? Değil elbette… Şu ki, Tolga Hocanız’ın listelerde yer almayışının sebebi, bu değil, öyle değil mi 😊) … Birilerini çok ferahlattı, liste mimarlarımız, söyleyeyim…

 

Şunu da eklemeliyim… Şahsen; şunca zamandır, Genel Başkan’a sadakatte kusur sergilememeye çaba sarfetmiş olduğu halde, şimdi O’na karşı çıkanların, ya da karşı çıkanların yanında duranların, yerinde olsam, sizi tüm varlığımla temin ederim, “Genel Başkan’a karşı durarak, yenileşmeden” söz etmezdim; edemezdim. Çünkü hal-i hazır mevcudiyetlerini, O’na borçlular… O sebeple, “öyle bir yenileşme” bayraktarlığını, arkadaşlarım beni lutfen bağışlasınlar, içime sindiremiyorum… Kılıçdaroğlu mu, yoksa ve ancak O’nunla beraber var olmuş olup, şimdi O’nun karşısına dikilmeye eğilim gösteren adaylardan biri mi, diye oy kullacanak olsam, gözüm kapalı “Kılıçdaroğlu”, derdim… Yapım budur.

**

 

Diğer taraftan, bilmez miyim, Listeler’de olmayan birine oy vermek bir defa kolay değil. Gecenin 02.00’sinde hele hiç kolay değil… Çarşaf listede, her iki isimden birisi, benim ismim gibi, koyu mavi kuşak altında kalmış, seçilmiyor, bu sebeple iyice zorlaşmış, tarafıma oy vermek.

 

Onun için, delegeye kusur bulmuyorum… Hele, adımı onca zorluğa karşın, tefrik edip, işaret eden delege arkadaşlarıma, şükranlarımı suuyorum…

 

Bir tek, bana, dikkate getirdiğim tehlikelerden dolayı oy vermemiş olanlarınız varsa, açıkça söyleyeyim, onlarla, bugünkü genel merkez yönetimiyle mücadele ettiğim gibi, mücadele ederim… Bin şükür, hiç değişmedim ki, böyle bir kongre sonrasında değişeyim!..

 

Bir de, onun bunun etkisinde kalıp oy vermemiş olanlarınız varsa, onlara bir tek şunu diyeceğim:

 

  • Bizim tanıtım kalıbımızla ifade edeceğim, “Ekmek için Ekmel”e oy verdin değil mi? (Şahsen, adının üstünde, parti amblemi olmadığı için, ben vermedim, üçüncü adaya verdim, oyumu…) Gazi’ye “kefere” diyen ve bünyemize, Özerk Lazistan’ı savunduğu için ekilmiş, Kongre Kürsüsü’nden, tarafımdan tedip edilince, korkusundan bir daha ne İlçe’nin ne de İlçe etkinliklerinin yanından geçebilmiş, âdeme, hem de bilmem kaç defa, oy verdin değil mi? Onun gibi daha kimlere kimlere, oy verdin, değil mi? Az kaldı, RTE’dan öncekini, önümüze CB adayı diye koyacaklardı, O’na da oy verecektin değil mi? Şimdi düşün, Tolga Hocan’ı neden kestin? Bu gelişmenin hesabını “parti tarihine” nasıl vereceksin!..

 

Bu kafayla, biz ne yapacağız allaşkına?

 

Kurultay’da, ya alternatif yok, ya da alternatif, “vefa özürlü” olacak…

 

Ya, yerel seçimde ne yapacağız, yarıdan epey fazlası küskün bir örgütle?

 

Türkiye’nin hali ne olacak allaşkına? Atomlarımız’a kadar bölmek istiyorlar anayurdumuzu, ya hu!.. Oysa, Geçende ADD ve Belediye’nin davetiyle gittiğim Rize’nin Fındıklı İlçesi’nde, konuştum… “Lazika”daydım (Lazistan kılınmak istenen güzelim yöresi ülkemizin), yani… Ancak bir tane “Özerk Lazika” isteyene rast gelmedim… Yalnızca biz içimize alıyoruz, öyle bölücüleri… Maateessüf…

 

Binlerce Türkiye düşmanı daha dün, Lozan Anlaşması’nın (24 Temmuz 1923), yıl dönümünde, Lozan’da, 1920’de önümüze konup, Osmanlı’yı imza etmeye mecbur ettikleri ve yurdumuzu paramparça eden Sevr Anlaşması’nı kasdederek,  “Sevr Sevr Sevr”, diye, bağıra bağıra yürüdü… Sevr Anlaşması, demin baktım, Lazistan ayağıyla, Trabzon ve Erzurum’u, Ermenistan’a ikram etmiş…

 

Kafayı çizmişler, ya hu!..

 

İktidar şantaj altında, biz dış talimatla buna çanak tutuyoruz…

 

Yeni söylüyor değilim, bu sözü… Üç yıl önceki Kurultayımız’da söyledim…

 

Şimdi daha ağırını söyleyeceğim:

 

  • Nusayrî (Arap Alevisi) Şam’a, Türkiye icbar edilirken ve aynı süreçte, Türkiye sığınmacıların işgaline uğrarken çakma delillerle, Ordumuz’u (ki, ne 1980’lerin ordusuydu, ne de hele 1970’lerin ordusu, o ordu), “sessize” aldılar… Cumhuriyet halledilirken, Y-CHP’yle, Cumhuriyet’in Kurucu Partisi CHP’yi, birilerimizi, o da, telaffuz edilmeyen saçma sapan hayallerin peşine takmış olarak, sessize alıyorlar, ya hu!.. Senin elinle, sana, bunun için kestiriyorlar gafiller, Tolga Hocan’ı…

 

Her hal-u kârda herkesin şunu bilmesini isterim ki, nasip, soluk aldığımız süre boyunca, mücale edeceğiz… Bizden ödleri kopmaya devam edecek… Omuzdaşlarıyla beraber Tolga Hocanız “makam adamı” değillerdir. “Dava adamıdırlar”…

 

**

 

Her hal-u kârda, Yeni Yönetim’e, tekrar ve gönül dolusu başarılar diloyrum… Yapabileceğim her neye ihtiyacınız olursa, herzamanki gibi, buradayım, yetişmeye çalışırım…

 

Bitirirken, bilhasa, 17 Ağustos’ta İlçe Binamız’da yaptığım “Bölgemiz’de Enerji Savaşları: Cumhuriyetimiz Dinamitleniyor, Mezhebî Taassuba İtiliyoruz” başlıklı konuşmamın, kendilerine siyaseten zarar vermek pahasına önünü açan,  Önceki Başkan Sevgili Mert Bahçetepe’ye, Yardımcıları Sevgili Özlem Yıldırım’a, Sevgili Ayhan Aydın’a,  İlçe Yönetim Kurulumuz’un Değerli Üyeleri’ne, şükranlarımı sunuyorum, Onlar’ı, ayrı ayrı, alınlarından, öpüyorum…

 

O akşam beni yalnız bırakmamış olan (bir kısmının adlarını hemen anamazsam, beni bağışlayacaklarını ümit ettiğim) Sevgili Arkadaşlarım Tahir Çelik’e, Orhan Ülker’e, Nezih Küçükereden’e, Rıza Tükel’e, Engin Çulcu’ya, Buket Müftüoğlu’na, Özge Şahin’e, Vildan Özbörü’ye, Ali Aral’a, Nazan Tok’a, Aysel Ekşi’ye, Nuretin Ay’a, Suat Özçağdaş’a, Onur Cingil’e, Çağlar Atalar’a, Ali Polat’a, Hasan Basri Savaş’a, Yalçın Ertan’a, Binali Coşkun’a, Ufuk Yılgın’a, Ümit Isıgöllü’ye, Emre Gülener’e, Yaşar Kılıç’a, İbrahim Bilgin’e, Erdal Direğin’e, ayrıca, gönül dolusu şükranlarımı sunuyorum…

 

Güzel dilekler ve sevgiyle…

 

Prof. Dr. Tolga Yarman

CHP Kurultay Onur Üyesi

        

 

 

Comments are closed.