BİLGİSAYAR KAFASINA GÖRE KIZMAK…YA, GÜLMEK VE AĞLAMAK NE ?..

Prof. Dr. Tolga YARMAN
Anadolu Bilim ve Teknoloji Stratejileri Araştırma Enstitüsü

Bilim ve Teknik, Cumhuriyet
17 Kasım 1990

Bilgisayar, daha ileri bir çerçevede “yapay zeka” alanındaki ilerlemeler; bize kendimizi, zekamızı, beynimizi daha iyi tanımamız açısından önemli ölçüde yardımcı oluyor.

Şunu bir defa hemen kaydetmeliyiz… Bilgisayar deyimleriyle beyni tatminkar ölçülerde “modellemek”, bugün için hiç mümkün görünmüyor.

Diğer bir deyişle, “beyin” ; o kadar üst düzeyde değişik ve gelişkin ki… Telleri, transistörleri, entegre devreleri, en ileri bilgisayarlar bünyesinde dahi yanyana dizerek, modellenemiyor.

Bilim dünyasının “beyin olayını” iyice anlayabilmek üzere, daha çok yol almaya ihtiyacı var.

Beyinle bilgisayar pek benzeştirilemez… Ama yine de, bilgisayar dünyasında meydana gelen gelişmeler sayesinde; beynimizi, kendimizi, gitgide daha iyi anlamamız mümkün gibi görünüyor. Örneğin hafıza… Belli ki bir “hafızamız” var… Geşmiş; öğrendiklerimiz; bilgilerimiz; oraya kaydediliyor.

Bilgisayarın da bir hafızası var… Orası, bir “bilgi ambarı”… İşlenecek bilgiler oraya atılıyor. Orada biriktiriliyor, düzenleniyor. Orada olmayan bilgi, doğallıkla, işleme alınmıyor…

Beynimiz için de öyle değil mi?..

Sonra, bilginin hafızaya depolanması… Hafızada, bir bilgiye ulaşılması… O bilginin belli bir amaçla, işleme alınmak üzere, “işlem merkezi”ne taşınması… Bütün bunlar neredeyse birebir paralellikler çerçevesinde, bilgisayarda da, beynimizde de, sanki çok benzeşen mekanizmalarla gerçekleşiyor.

Buradan yola çıkarak; bir takım tepkilerimizi, bilgisayar diliyle değerlendirebileceğimizi düşünebiliriz.

Bu tepkilerden biri “kızmak”tır.

Kızmak Nedir?

Acaba nelere kızarız ? Kızmak nedir? Bu sorulara, bilgisayar bilgilerimiz çerçevesinde yanıt almaya çalışalım…

Bilgisayarın belli bir “kurgusu” vardır. Bunun adına, bilgisayar dilinde, “yazılım” denir.

Yazılım, bilgisayarın nasıl işlem göreceğini… Bilgiyi nasıl işleyeceğini… Mümkün işlemlerin neler olduğunu… başka bir deyişle; neyin “yasak”, neyinse “kabul edilebilir” bulunduğunu, çerçevelendirir.

Kısacası, “yazılım”; bilgisayarın “karakteridir”, denilebilir.

Aynı bir bilgisayarın birkaç yazılımla çalışabileceği, “yani bir kaç karaktere” sahip olabileceği, ilginç bir olgu olarak, ayrıca kaydedilebilir.

Yazılım, kendisine verilen komutları, varsaydığı “kurallar bütünü” uyarınca değerlendirir ve icra eder.

Şu var ki bilgisayar yazılımı; ancak, içerdiği “kurallar topluluğuna” herhangi bir şekilde “uyacak” bir komutu, icra edebilir. Böylesi bir kurallar topluluğuyla bağdaşmayan hiçbir komutu, tabiatıyla icra edemez.
İşte biz de biraz, böyle değil miyiz? “yasaklarımız” ve “mübahlarımız” yok mu? Bizim de beynimizde, doğrusu, mübahlar (yani kabul edilebilir yaptırımlar) topluluğu, belli bir “yazılım”, oluşturmaktadır.

Bilgisayara dönelim… Bilgisayar bir komut aldığı zaman, onu, en önce sahip olduğu kurallar topluluğu çerçevesinde, sınar… Gelen komut, eğer, bilgisayar yazılımındaki kurallarla uyumluluk arzediyorsa, o takdirde komut icra edilir… Bu durumda mesele yoktur.

Eğer gelen komut, bilgisayarın yazılım kurallarının hiç biriyle uyuşmuyorsa; o takdirde bilgisayar ne yapacağını bilemez …

“Hata” verir.

Bunun yabancı dildeki karşılığı “error” ya da “diagnostik”, olmaktadır.

Bilgisayar belli bir komuta, diğer bir deyişle, algıladığı herhangi bir işarete karşı “diagnostik” verdiğinde; sergilediği fiil, “kızmaktır”, denilebilir.

Bilgisayar o halde tam manasıyla, ne yapacağını bilmediği zaman, “kızmaktadır”!..

İşte, bu çok ilginç !..

Acaba biz de, tam ne yapacağımızı bilmediğimiz zaman, diğer bir deyişle zihnimizde mevcut kurallar yumağıyla uyumlu olmayan bir işaret aldığımızda mı, kızmaktayız?

Galiba öyle.

Dışımızdan algıladığımız herhangi bir işaret, zihnimizde mevcut mübahlara, olurlara uymadığı zaman, “içgüdüsel tepkimiz” işte, tıpkı bir bilgisayar gibi “hata” basmak, oluyor… O işareti işleme almıyoruz… Kızıyoruz.

Pekiyi, Gülmek Ne?

Bu satırların yazarı, öğrencilik yıllarında nasıl olup da… Örneğin Sevgili İlhan Selçuk’un, Sevgili Çetin Altan’ın yazılarıyla, çoğunlukla “gerildiğini”… Oysa Sevgili Aziz Nesin’in, berikilerle aşağı yukarı aynı temaları işleyen yazılarıyla, bir çok insanımız gibi, “kahkahalara boğulduğunu”, epey düşünmüştür.

Cevabı bir ölçüde “bilgisayar terminolojisinde”, bulabiliriz…

Bir yazar; yolsuzluğu, usulsüzlüğü, edepsizliği, kötülüğü, dikkatimize getirdiğinde… Bütün bunlar bizim beyinlerimizin yazılımı itibariyle, “yasaklardan” olduğundan,,, Haliyle “Olmaz böyle şey” diyoruz… Kızıyoruz.

Ama bakın bir güldürü ustası ne yapıyor? “Olmaz”ı öyle bir dikkate getiriyor ki, yaptığı tahlillerle; açtığı özgün doğrultularla; elbette yine eleştireceğini eleştiriyor… Ama, “olmaz”ı; “yasaklı olmazlar”dan, “mizahi ölçülerde” bir nevi “olurlar”a raptetmeyi başarıyor.

*

Düşünceyi, şirin bir örnekle geliştirelim…

Çörçil İkinci Dünya Savaşı sonrası İşçi Partisi Lideri Atley ile tuvalette karşılaşmış. Çörçil malum, İkinci Dünya Savaşı sonrası iktidardan düşürüldüydü… Bu gelişmeyi çok haksız bulduydu.
Neyse işte, böyle bir ruh hali içersinde, İşçi Partisi Lideri Atley’le küçük ihtiyacın görüleceği pisuvarların önünde karşılaşıyor Çörçil…

Çörçil maruz kaldığını düşündüğü “haksızlıktan” dolayı olacak, İşçi Partisi Lideri Atley’e selam vermeyince, Atley atılıp:

– Hayrola Sör, diyor… Selam-sabah yok mu?

Bu aşamada nükte yapmayı beceremeyen birisi, “kızma” tepkisi verir… Böyle bir kişi muhatabına söve de bilir… En hafifinden bakışlarıyla “kızgınlığını” hissettirebilir.

Bakın şimdi, Çörçil’in tepkisi sizi güldürecek… Çörçil, oysa kızgınlığını “azdıracak” bir tepkiyi davet etmiş oluyor, Atley’e selam vermemekle…

Çörçil:

– Mister, diyor. Siz tekin insanlardan değilsiniz… Sosyalistsiniz… Üretim araçlarını devletleştiriyorsunuz…. Bende de “küçük bir üretim aracı var”… Belki onu da devletleştirirsiniz diye sakınıyorum… O nedenle sizden kaçıyorum, demiş.

Çörçil böylelikle kızgınlığı, yani kendince “yasak” olanı, yasak yaptırımlar arasından, yaratıcı ufuk arayışlarıyla, bir anda “kabul-edilebilirler”e dönüştürmenin kahkahasını yaratıveriyor.

Atley, bunun üzerine ne söyledi tam bilemiyoruz. Ama Sevgili Çetin Altan’ın yaratıcı düşüncesini takip ederek, Atley’e mukabil şu rolü, pekala yakıştırabiliriz:

– Sör, evet biz, üretim araçlarını devletleştiriyoruz… Ama merak buyurmayın.. Kenarda –köşede kalmış, işe yaramaz üretim araçlarını sahiplerine bağışlıyoruz!..

Gerçekte Çörçil’in önceki cevabı üzerine bu kez Atley “kızmış” olmalıdır; çünkü Çörçil’den gelen işaret, onun “zihinsel yazılımında” kolaydan geçit bulabilecek bir işaret değildir. Üretim araçlarını devletleştirmek isterken, acaba Çörçil’in iyice yaşlı küçük üretim aracını, ne yapmayı düşünmektedir!.. İşte Çörçil bunu sorarken, aynı zamanda üretim araçlarının “toptan” devletleştirilmesinin bir bakıma zorluğunu, çok çarpıcı bir biçimde dile getirmektedir. O nedenle Atley, düşüncede sıkışıp, kızacaktır.

Ama yukarıdakine benzer bir cevap verebilse, ferahlayacak… Öylelikle de bizim gibi, olayı uzaktan dinleyenleri kahkahaya boğacak… Çörçil’i de sıkıştırıp kızdıracaktır.

*

beyinsel yazılımımız açısından ilk bakışta “yasak” gibi görüneni; bir yolunu bulur, mizahla da olsa “olurlarımıza” uydurabilirsek, rahatlıyoruz… Kızmıyoruz, gülüyoruz…

Demek, ilk elde “hata” gibi algıladığını, bir bilgisayar varsaydığı kurallar topluluğuna uydurmayı başarabilse, kahkahadan kırılabilicek!..

Şaka bir yana… İzlediğiniz gibi kızmak ve gülmek birbirine o kadar yakın ki! Kızmak sanki her an gülmeye dönüşebilecekmiş gibi görünüyor.

Yeter ki, kızmaktan gülmeye, gizemli-yaratıcı geçitler bulunabilsin…

Pekala, Utanmak, Kıskanmak, Ya Sevmek Ne?..

Gerçekte mesele hiç bu kadar basit değildir. Kızmanın da gülmenin de, sayılamayacak kadar çok “tonu” vardır. Netekim tatlı kızgınlıkla, deli gömleği giydirilecek reddede kızmak arasında, çok ton olduğu gibi… Gülümsemekle kara mizah arasında; kikirdemekle kahkaha atmak arasında da, pek çok ton bulunmaktadır.

Bugünkü bilgisayar teknolojisi itibariyle, yapay zekayla, zekayı birbirine benzeştirirken bir tek –deyim uygunsa- “kaba kızmayı”, buna da bağlı olarak “kaba gülmeyi”, o da bir ölçüde, açıklayabildik.

Ya acaba utanmak ne? Kıskanmak ne? Sevinmek ne? Çok ama çok daha önemlisi, sevmek ne?

*

Utanmak, kıskanmak, sevinmek, daha nice öteki fiil ve nihayet sevmek…

Bilgisayarlar bize; hafızayı, kızmayı, gülmeyi, birazcık açıklayabilseler de… Beyine, beyinlerimize oranla, daha ne kadar ilkeller!..

Hislerimizin elektrik devreleri ya da fiziko-kimyasal kalıpları, tüm görkemiyle, acaba günün birinde gerçekleştirilebilecek mi?

Galiba, evet… Ama ozamana, korkarız daha çok var…

TEŞEKKÜR

Sözü yazıya döken ve yazıyı okunurluğa kavuşturan Sevgili Ayşegül Sevinç’le, Ayşe Coşkun’a, pek çok teşekkürler ediyorum.